8 Paragrafta Hayatın Tanımı

16/05/2024

“Hayat” ne diye sorunca aklıma tek gelen tanım; kendini sürekli bir şeylerin peşinde koşarken bulduğun, farkına varmadan akıp giden zamanın içinde bir yolculuk. Doğru bir tanım mı emin değilim!

Her adım, her karar, kendi rotamızı çizdiğimiz bir seçimler silsilesi. Bu yolculukta bazen bir adım geri atmak, durup derin bir nefes almak, etrafımıza gerçekten bakabilmek için gerekli. Zira zamanın göreceliği içinde kaybolan bizler, asıl önemli olan anları, küçük detayları, bir bakıştaki sıcaklığı, bir sözdeki samimiyeti ne kolay göz ardı ediyoruz.

Teknolojinin hızına kapılmış, algoritmaların yönlendirdiği bir dünyada, gerçekten değerli olanı unutmamız işten bile değil. Bu durum, insan olmanın getirdiği duyguları, ilişkileri, doğanın sunduğu basit ama unutulmaz anları kaçırmamıza neden oluyor. Bu koşuşturmaca içinde, durup, bir ağacın altında sessizce oturmanın, bir dostun gözlerindeki anlamı kavramanın, bir çocuğun kahkahasında kendimizi bulmanın kıymetini unuttuk.

Seçimlerimiz, vazgeçişlerimiz, hayallerimiz… Kendi rotamızı çizerken, hangi yüklerden kurtulmak istediğimizi, hayatta bizi neyin mutlu ettiğini anlamamız gerek. Mutluluk peşindeyken, bazı şeylerden arınmaya çalışırken veya daha iyi bir yaşam inşa ederken, çoğunlukla engellere takılıp kalıyoruz. Bu, büyük ölçüde mutluluğun ne olduğunu tam olarak bilemememizden kaynaklanıyor. Toplum, mutluluğu sıklıkla bir haz, ulaşılması gereken bir sonuç ya da elde edilmesi gereken bir hedef olarak sunarken, ne olursa olsun mutlu olmamız gerektiğini vurgulayan bir anlayış da var.

Ancak gerçekte hem eski kültürlerimizde hem de modern pozitif psikolojide mutluluğun ortak bir tanımı mevcut: “Kendinden razı olma hali.” İnsan, yalnızca iyi hissetmek için değil, derinlemesine hissetmek için dünyaya geldi bence. Hislerimiz bizi insan kılıyor; acılar, zorluklar ve olumsuz duygular hep bir şeyler öğretiyor. Elbette, burada son derece ağır durumları kastetmiyorum. Hayatın getirdiği zorluklardan ders almak, bizi daha anlayışlı ve empati sahibi birer birey haline getirebilir.

Kendimize dönüş yolculuğumuzun, bu sırrı çözmek için attığımız en değerli adım olduğunu düşünüyorum. Bu yolculuk, bizi asıl benliğimize, gerçek kimliğimize, unutulmuş hayallerimize geri götürüyor. Kendiyle derin bir bağ kuran herkes, zamanla, “Acaba doğru yolda mıyım?” sorusunu kendine sormaya başlar. Ve belki de yıllarca süren bir ilişki ya da kariyere yatırılan emek, bir anda sorgulanır hale gelebilir ve ardından “Bu değil!” diye yankılanan bir iç ses…

İbn Sina’nın dediği gibi, “Yumurtanın içten kırılması hayatı başlatır.” Bu, hayatımızda yeni bir sayfa açmamız için içsel bir itki, gerçek bir uyanış anı olabilir mi!  Kendi içimize dönüp, gerçekten ne istediğimizi sorduğumuzda, hayatımızdaki insanları ve durumları yeni bir gözle görmeye başlarız. Ve belki de ilk defa, bize ağırlık veren, mutsuzluğa sürükleyen her şeyi geride bırakma cesaretini buluruz.

Bu yolculukta, hayatın bize sunduğu her anın, her nefesin, her bakışın, her tebessümün değerini anlamak; her adımda, her kararda, kendi özümüze sadık kalmak ve en önemlisi, üzerimizdeki yükleri görebilmek yatıyor. Ve işte bu an, kendimize ve dünyaya karşı en samimi olduğumuz, en gerçek an. Çünkü kendisine dair bir farkındalığın peşinden giden insanın mutsuz olma şansı yoktur.

Sanki 8 paragrafta “Hayatın Tanımı” şekillendi; ne dersiniz?

Hayat; kendi hikâyenin bir parçası olarak yaşadığın her an!