Aç Karnına Detoks: Smoothie Bar Var Ama Hâlâ Herkes Sessiz

10/04/2025

İş dünyası son yıllarda çalışanların iyi oluşunu artırmak için büyük yatırımlar yapıyor, iyi oluşlarına milyonlar harcıyor. Esnek çalışma saatleri sunuyor, sağlıklı beslenme programları oluşturuyor, yoga dersleri, meditasyon atölyeleri düzenliyor. Çalışanlar daha iyi hissetsin, daha üretken olsun, iş-yaşam dengesi sağlansın diye her şey düşünülüyor. Ama toplantılarda hala suskunluk hakim. Neden?

Garip bir şekilde, bu kadar harcamaya rağmen çalışanların tükenmişlik seviyelerinde değişim gözlemlenmiyor. Stres azalmıyor. Çalışanlar, kendilerini güvende hissedip seslerini çıkarmıyor. Gallup’un araştırmasına göre, işverenlerin wellbeing’i önceliklendirmesine rağmen, çalışanların iyi oluş seviyesi düşmeye devam ediyor. (Gallup, 2023) Sorun ne? İnsanlar neden, kendilerine bu kadar özen gösterildiği söylenen bir iş yerinde bile, iyi hissetmiyorlar? Belki de sadece iyi oluşu desteklemek yetmiyor. Aynı zamanda onu zedeleyen unsurları da ortadan kaldırmalıyız. Çünkü iyi oluş, yalnızca eklenen programlarla değil, zarar veren faktörlerin de ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilir. Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm ve yıllarca şahit olduğum bir şey var ki, o da iyi hissetmek için önce güvende hissetmek gerekir. Ve bunu geçtiğimiz günlerde bir kez daha deneyimledim.

Bir şirket, çalışanlarının yaptıkları işi daha iyi aktarabilmeleri için bir eğitim planlamak istedi. Çünkü çalışanlar toplantılarda, müşterilerle veya üst yönetimle konuşurken yaptıkları işi net ifade edemiyor, kendilerini anlatmakta zorlanıyorlardı. Klasik çözüm mü? İletişim becerilerini artırmaya yönelik bir eğitim vermek. Ama kritik soru şuydu; Acaba çalışanlar işlerini anlatabilecek kadar kendilerini güvende hissediyorlar mı? Bazen sessizlik, bir beceri eksikliğinden değil, bir korkudan kaynaklanır.

Eğer bir çalışan, “Yanlış bir şey söylersem aptal durumuna düşerim.” diye düşünüyorsa, ona ne kadar etkili iletişim teknikleri anlatırsanız anlatın, konuşmayacaktır. Eğer bir çalışan, “Bu şirkette hata yaparsam, benim için iyi olmaz.” diyorsa, hangi çalışma onu gerçekten rahatlatabilir? Eğer bir çalışan, “Beni dinlemezler, söylediklerim değersiz.” hissindeyse, hangi pratik ona kendini gerçekten iyi hissettirebilir? İşte tam da bu yüzden, Psikolojik güvenlik olmadan, wellbeing çabaları hoş bir etki yaratabilir ama derinlemesine dokunamaz. En nihayetinde wellbeing, güvenli bir ortam olmadan sürdürülebilir olmaz.

Google da başarılı ekipleri diğerlerinden ayıran şeyin ne olduğunu aradı ve kritik bir fark keşfetti: Çalışanlar yeteneklerini ortaya koyabilmeleri için psikolojik olarak güvenli bir çalışma ortamına ihtiyaç duyuyorlardı. Google bu araştırmasına Project Aristotle adını verdi. Bu araştırma, ekip üyeleri kendilerini güvende hissettiğinde, işbirliğinin arttığını, inovasyonun güçlendiğini, performansın yükseldiğini ortaya çıkardı. Ama en önemlisi psikolojik güvenliğin olduğu ortamlarda, insanların kendilerini ifade etme cesaretine sahip olmalarıdır. Çünkü bir çalışanın sesini duyurması, ona sadece bir mikrofon verilmesiyle değil, sesinin değerli olduğuna inanması ile mümkün olur.

Burada asıl mesele, yalnızca sunulan imkanlar değil. Meselenin özü, hem İK olarak, hem de liderler ve tüm çalışanlar olarak şunları sorgulayabilmekten geçiyor;

  • Zorlayıcı bir duygu ortaya çıktığında, onu ele alabiliyor muyuz? Yoksa kaçıyor muyuz?
  • Bir hata yapıldığında, onu öğrenme fırsatına çevirebiliyor muyuz? Yoksa hızla bir suçlu mu arıyoruz?
  • Bizden farklı birine karşı önyargılarımızı fark edebiliyor muyuz? Yoksa farkında olmadan onu dışlıyor muyuz?
  • Konuşurken gerçekten dinliyor muyuz, yoksa bir sonraki cümlemizi mi düşünüyoruz?
  • Soru sormak, keşfetmek, anlamaya çalışmak konusunda ne kadar cesuruz?

Bir şirketin wellbeing programı ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer yukarıdaki sorulara cesurca cevap veremiyorsa, gerçek bir psikolojik güvenlik ortamı yok demektir. Ve psikolojik güvenlik yoksa, iyi oluş da yüzeyde kalır. Gerçek wellbeing, üzerine rafine edilmiş içerikler eklediğimiz bir hedef değil, zaten sağlam bir temelin doğal bir sonucu olduğunda anlam kazanır.

Sesini duyurmak için cesareti olmayan bir çalışana smoothie bar açmak, harika bir jesttir. Ama onu gerçekten iyi hissettiren şey, sustuğunda fark edilmesi, konuştuğunda değer görmesi, hata yaptığında suçlanmak yerine desteklenmesidir.

O yüzden, sorumuz şu olmalı: “İnsanları gerçekten iyi hissettiren ne? Ve biz buna ne kadar yakınız?”