Gölgelerde Saklı Denge

10/10/2024

“Kendine güven! Pozitif ol! İyimser kal!” diye duyduğumuz o meşhur telkinleri bilmeyen var mı? Sanki modern dünyanın mantrası hâline gelmiş gibi sürekli kulağımızda yankılanıyor. Ancak bir şey var ki, bu iyi niyetli telkinlerin gölgeleri de var. İşte, tam da o gölgeler bazen hayatımızda fark etmediğimiz kör noktalara dönüşebiliyor. Bu yazıda biraz bu gölgeleri düşünelim istedim.

Düşünün; herkes yola büyük hayallerle, umutlarla çıkar. Ve çoğumuz, başarının formülünü basitçe “kendine güven” ve “pozitif düşünce” ile eşleştiririz. Evet, kendine güvenmek ve pozitif kalmak, insanın yaşamın karmaşası içinde tutunabileceği sağlam dallardan biridir. Fakat hiçbir şey tek boyutlu değildir, değil mi?

Peki, kendimize duyduğumuz güven ne zaman bizi kibir uçurumuna sürükler? Ya da sürekli pozitif kalma çabası, ne zaman gerçekleri göz ardı etmemize neden olur? Çünkü “kendine güven” dediğimiz o büyülü kavram, bir noktada illüzyona dönüşüyor. İnsan, farkına bile varmadan, kendi yeteneklerini abartmaya başlar.  İtiraf edelim, hepimiz bir noktada bu hataya düştük! Eleştiriye kapalı hale gelmek, hata kabul etmemek… Kendine fazla güvenen birey, bir süre sonra her şeyin en iyisini kendisinin bildiğini sanır. Sonuç? İletişim kopuklukları, kırılgan bir ego ve giderek yalnızlaşan bir zihin.

Oysaki asıl maharet, insanın yalnızca kendi üstünlüğüne inanmaktan değil, o üstünlüğün altında yatan kırılganlıkları da görebilmesinde saklı.

Kendimize aşırı güvenmek, bir kayalığa tırmanırken gözlerimizi göğe dikmek gibi. Oysa, yer çekimi hep oradadır ve kayalığın altındaki boşluk da öyle. Üstünlük duygusu, bu boşluğu görmemizi engeller. Empati kaybolur, diğer insanların hikâyeleri silikleşir. Aşırı güven, başkalarının sesini susturur, ilişkileri bozar, gerçekçiliği unutturur. Hep zirveyi arzulayan insan, tırmanmayı zorunluluk olarak görmeye başlayabilir…

Pozitif düşünce ise, çoğu zaman bir limandan çok, sonsuz bir deniz gibi. Hep “iyi ”ye bakan gözler, olası fırtınayı öngöremez. Oysa hayat, her zaman “iyi” değil. Bazen denizin karanlık diplerine dalmak, yüzeyde süzülmekten daha gereklidir.

Peki, bu zıtlıklar arasında nasıl bir denge kuracağız? Bir yanda kendine güven, diğer yanda alçakgönüllülük; bir yanda iyimserlik, diğer yanda gerçekçilik…

Denge dediğimiz şey, hep zirvede olmayı ya da sürekli denizin dibinde yüzmeyi gerektirmez. İkisi arasında bir yerde, insanın kendi hikâyesini yazabilmesiyle ilgili. Zaten mesele de burada başlıyor: Kendi sesine kulak verirken, başkalarının sesini de duymak. Kendine güvenmek, ama başkalarına da yer açmak. Pozitif düşünmek, ama hayattaki tüm seslere dikkat kesilmek.

Çünkü gerçek, daima bu iki uç arasında bir yerde duruyor ve bizden kendi hikâyemizi yazmamızı istiyor. Önemli olan, bu hikâyenin sayfalarını dengeli, farkında ve samimi bir şekilde doldurabilmek.