1000 Bilimli Olmak Ya Da Olmamak

12/03/2025
1994 yılında, yani bundan tam 31 sene önce, bir insanın not defterinin sadece 18 sayfası tam 30,8 milyon dolara alıcı buldu. Siz alıcıyı mı merak ettiniz yoksa not defterinin sadece 18 sayfası 30,8 milyon dolar eden zekayı mı? Merak ettiğiniz sorunun cevabı ilerleyen satırlarda😊
İsterseniz önce tanımlara bakalım; 1000 bilimli olmak ne demek? Hepimiz biliriz “Hezarfen” Ahmed Çelebi’yi. Peki, hiç merak ettiniz mi “Hezarfen” ne demek? Farsçadaki “hazar” yani “bin” sözcüğü ile, Arapçadaki “fann” yani “beceri, hüner, teknik” ya da kısaca “fen” anlamındaki sözcüğün birleşmesinden geliyor. Yani “bin fenli” demek. Birden fazla alanda uzmanlaşanlara verilen isim. İngilizce karşılığı ise “polymath”. Bu sözcük de Yunancadaki “poly” yani “çoklu” ve “math” yani “teknik” anlamındaki “mathematike” sözcüğünün birleşiminden oluşmuş. “Çok teknikli”, “çok yönlü” demek…
Girişte bahsettiğim o defterin alıcısı Bill Gates…Not defterinin yazarı ise tüm zamanların en büyük hezarfenlerinden biri olan Leonardo Da Vinci…
Da Vinci’yi pek çoğumuz bir ressam ya da heykeltraş yani bir sanatçı olarak biliriz değil mi? Ama Da Vinci bir ressam ve heykeltraş olmanın dışında; aynı zamanda iyi bir mühendis, mimar, astronom, botanikçi, bilim insanı ve jeologdu. Yani o bir hezarfen ya da polimattı. Pek çok disiplinde uzmanlaşmış, disiplinler arası yaratıcılığın tadına varmış, bin bir beceriye sahip bir insandı.
1452 yılında doğduğunda, bilgi insanlığın baş tacı olmuştu, icatlar ve keşifler yepyeni bir dönemin başlangıcını müjdeliyordu. Leonardo Floransa’nın Vinci kasabasında yepyeni bir çağın habercisi Rönesans’ın ortasında büyüdü. Gayri meşru bir çocuk olan Leonardo, babasının mesleği olan noterliği yapamazdı. Çünkü o dönemin İtalya’sında gayrimeşru çocuklar üniversiteye gidip babalarının mesleklerini yapamıyorlardı. Ancak meşru çocuklar üniversiteye kabul ediliyordu ve baba mesleğini yapabiliyordu. Leonardo için talihisizlik gibi görünen bu durum, onun sanata ilgi duymasına yol açtı. Yani Da Vinci en zor şartlardan ve imkansız gibi görünen durumlardan fırsat yaratmasını öğrenecekti. Dönemin ünlü ressamlarından Verocchio, çocuk Da Vinci’nin çizimlerini görünce şiddetle onun ustası olmak istedi. Ustası Verocchio, birlikte çizdikleri “İsa’nın Vaftizi” resminde, Leonardo’nun çizdiği soldaki meleği görünce, resmi bırakmış ve heykeltıraş olarak sanat hayatına devam etmiş.
Peki Da Vinci’yi bu kadar başarılı ve etkili kılan, bugün bizim de iş ve özel yaşamımızda uygulayabileceğimiz prensipleri nelerdi?
Hadi gelin, Michael Gelb’in “Da Vinci Gibi Düşünmek” kitabındaki sınıflandırmalardan yola çıkarak, bu prensiplerin bende nasıl yankı bulduğunu sizlerle paylaşayım:
1-)CURIOSITA: Da Vinci’nin birinci prensibi “curiosita”. Yani merak. Dur durak bilmeyen, uslanmayan, tükenmeyen bir merak. Leonardo, çağının yaşayan en meraklı insanıydı diyebiliriz. Gördüğü her şeyi merak eder, bunlar hakkında harekete geçiren sorular sorar ve not defterine yazardı Da Vinci. Not defterinde özgür, yaşadığı anın farkında olan, düşüncelerine ket vurmayan bir entelektüelin yazdıklarını görürüz. Evrenin mucizevi varlığını açıklamak için tutkulu bir merakı vardı. Merakı onu gökyüzüne uçurdu ve daha yeryüzünde hiçbir insan uçmamışken, ilk paraşütün ve ilk helikopterin çizimlerini yaptı. Paraşüt ve helikopterin mucidi de Da Vinci’dir. Geçtiğimiz yıllarda İngiliz bir paraşütçü, Da Vinci’ nin çizdiği paraşüt planının aynısını, yine Da Vinci’nin önerdiği malzemeyle hayata geçirdi. Afrika’da 3 km yükseklikten Da Vinci’nin tasarladığı paraşütle, -tabii yanında modern bir paraşüt de vardı- kendini boşluğa bıraktı. Süzülerek ve modern paraşüte ihtiyaç duymadan ayakları yeryüzüne değdi. Bitmek bilmez merakı onu denizlerin altına da uçurdu. İlk deniz altı ve şnorkel tasarımının da Da Vinci’ye ait olduğunu biliyor muydunuz?
Peki, biz merakımızı nasıl güçlendirip derinleştirebiliriz? Tabii ki Da Vinci’ nin yaptığını yaparak. Bir not defteri tutarak, yazarak… Ama iş yerinde ya da okulda tuttuğumuz gibi kendimizi tanımlarla sınırlayarak değil. Fikirlerimizi özgür bıraktığımız, zihnimizin özgürce dans ettiği, doğrusal olmayan, kalemi bırakmadan yazdığımız bir hayal gücü defterine misyonumuzu, yaşam amacımızı, değer pusulamızı, tutku alanlarımızı aktararak… Kendimize koçluk yaptığımız, sorular sorduğumuz, ‘Neden?’ ve ‘Nasıl?’ın peşinden koşarak…
2-)ARTE/SCIENZA: Leonardo sizce sanat yapan bir bilim insanı mıydı yoksa bilim yapan bir sanatçı mıydı? Leonardo beyninin bütününü mükemmel bir şekilde kullanıyordu. O hem bir sanatçıydı, hem de bir bilim insanıydı. Arte/scienza bize, sanatın içindeki bilimi ve bilimin içindeki sanatı keşfetmeyi öğütlüyor. Her şeye çok yönlü bakmayı öğrenmeliyiz. Örneğin, Da Vinci resimlerini anatomi bilgisiyle yapıyordu. 2024 yılında 8,9 milyon ziyaretçiyle dünyanın en çok ziyaret edilen sanat müzesi rekorunu kıran Louvre Müzesi’nde, her yıl bu kadar insanı kendisine çeken Mona Lisa’nın o eşsiz gülüşünü ortaya çıkarmak için 2 sene boyunca gizlice mezarlardan cesetleri çıkarıp onların yüz kaslarını incelediğini biliyor muydunuz? Tablolarının eşsizliğinin sebebi bilim ve sanatı muhteşem bir içsel sinerjiyle çarpıştırmasıydı. Peter Drucker: “Her iş insanı içindeki sanatçıyı, her sanatçı da içindeki iş insanını keşfetmek zorunda.” derken, ne iş yaparsak yapalım o işe kendi parmak izimizi yani sanatımızı katmaktan bahsetmiyor muydu?
Arte/Scienzayı yaşamımıza uygulamak da sorgulamaktan, eleştirel düşünme becerimizi geliştirmekten, aynı uygulamaları yaparak farklı sonuçları beklemek yerine paradigmalarımızı değiştirebilme cesaretini göstermekten, kısacası her gün kendi hikayemize sıfırdan başlayabilmekten geçiyor. Sanatla, kültürle, okumayla, yazmayla dolu bir hikaye…
3-)DIMOSTRAZIONE: Yani bilgiyi deneyle ispatlamak, deneyimle öğrenmek. Yukarıda da bahsettiğim gibi, Da Vinci cesetleri mezarlarından çıkarıp gizlice atölyesine götürüp kadavraları incelemiş. Kas ve damar yapılarını inceleyerek hem sanatında çizim yaparken uygulamış hem de bir anlamda modern tıbbın önünü açmış. Notlarına göre sadece damarları incelemek için gizlice 10 tane cesedi açıp baktı, anatomilerini inceledi ve koroner damar tıkanıklığını keşfetti. Bu bilimsel araştırmaları, kadavralardan öğrendiği anatomi bilgisi sayesinde daha gerçek daha ustaca çizimler gerçekleştirdi. Dünyanın en unutulmaz tebessümü Mona Lisa’yı çizdi. Bu başarısına aynı şeye farklı perspektiflerden bakma, bilgisini sorgulama ve deneyerek tecrübelenme yetisi sayesinde ulaştı.
Çağımızda organizasyonlarda görülen en büyük problemlerden biri erteleme, adım atamama, son ana kadar bu kadar tecrübeye ve veriye rağmen harekete geçmeme. Aksiyona geçmek için dimostrazione ilkesinden ilham alabiliriz. Angela Duckworth “Azim” kitabında başarıyı; beceri ve yetkinlik setiyle vazgeçmeden çabalayarak elde edilen üretkenlik ve değer olarak tanımlıyor. Sanılanın aksine yetenekli ve dahi olmak bir beceri seti değil…Hata yapmaktan korkmadan denemek, hatalarımızdan ders çıkarma ve hatalarımızın üniversitesinden mezun olmak…
4-) SENSAZIONE: Yani duyularımızı geliştirmek. Görme, işitme, dokunma, koklama, tat alma… Duyularımızı geliştirmek aslında tüm bedenimizle hissetmek, akışta olmak. Kendi özünün farkında olmak. Da vinci: “5 duyumuz ruhumuzun baş tacıdır.” demiş. O da duygusal farkındalığına, olimpiyatlara hazırlanan bir atletin disipliniyle çalışmış. Saraya ilk girdiğinde keman gibi tutulan kendi tasarladığı liri çalar ve doğaçlama yaparak hem çalar hem şarkı söylermiş. Bazı müzik aletlerini (keman, trompet) insan gırtlağının çalışma biçimini test ede ede bulmuş. Çünkü duyularını bu yönde geliştirmiş.
Duyularımızı bilemenin, güçlendirmenin yolu onların farkında olmak. Günlük işlerin girdabında hangi duyularımızın farkındayız? Duygularımızı ‘an’a getirip, kendimize hissetme molaları veriyor muyuz?
Global 200 şirkette yapılan bir araştırmaya göre; duygusal zekamızın iş dünyasındaki başarımızda karmaşık işlerde %127 daha başarılı olmamızı sağladığının farkında mıyız? Da vinci bundan 500 yıl önce: “Ortalama görmeden bakar, dinlemeden duyar, hissetmeden dokunur, tat almadan yer, koklamadan nefes alır, düşünmeden konuşur.” demiş. En son ne zaman gerçekten anlama niyetiyle, samimiyetle dinlediğimizi ya da dinlenildiğimizi fark ettik?
5-)SFUMATO: Yani pus… Belirsizlik ve değişimi benimsemek, kabul etmek. Resim sanatında kimi eserlerde karanlıktan aydınlığa geçişler yumuşaktır, sert geçişler yoktur. İşte buna sfumato denir. Sfumato tekniğini gördüğümüz en önemli eser de Mona Lisa. Bilime sanata adanmış bir ruhun belirsizliği kabul etmesidir sfumato. Şüpheleri olmayan bir insan çok az şeyi başarabilir. Karşımıza bilmediğimiz birçok şey çıkar. Bilinmeyene cesaretle yolculuk, bilinmeyeni kucaklama arzusudur. Örneğin Mona Lisa’nın gizemli gülüşüne bakalım: iyinin ve kötünün, güzelliğin ve çirkinliğin, mutluluğun ve acının harmonisi vardır onda. Ying-yang felsefesinin; yani zıtlıkların, yaşamın zıtlıklar, farklılıklar üzerine kurulduğunun göstergesi. Sfumato bize değişikliklere ve belirsizliğe adapte olmamızı söyler.
6-)CORPORALITA: Bedeni ve zihni bir bütün halinde birleştirmek demek. Bunu Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle açıklamak istiyorum: ’Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.’ Da vinci çok güçlüymüş ve olağanüstü bir fiziki güzelliğe sahipmiş. Floransa halkı arasında dengesi, zarafeti, sanatçılığı ve sporculuğuyla tanınıyormuş. Bedenine ve sağlığına dikkat eder, düzenli spor yapar ve sağlıklı beslenirmiş. Hızlı yaşlanmayı önleyebilmek için spor yapmanın ve kas gücünü korumanın gerekli olduğunu düşündüğü için de spora önem vermiş. Üretken bir zihnin formda bir beden tarafından desteklenmesinin önemini her zaman dile getirmiş. Beden, zihin, kalp ve ruh bütünlüğümüz için neler yapıyoruz? Her gün günlük özel zaferimiz için aplikasyonlarımızı bir kenara koyup, kendimize yatırım yapıyor muyuz?
7-)CONNESSIONE: Yani hayatta her şey birbirine bağlı demek. İlişkilendirme, bağ kurma prensibi. Yeryüzünde hiçbir sonuç kendisini meydana getiren sebeplerden bağımsız düşünülemez bakış açısına sahip bu prensip bize, sistemli düşünmemizi ve düşünürken de mutlaka bağ kurmamızı öğütlüyor. Da Vinci: “Dünya üzerine konan minik bir kuş bile dünyanın ağırlığını değiştirebilir.” demiş bundan tam 500 yıl önce.
Unutulmaz Stanford Üniversitesi mezuniyet konuşmasında Steve Jobs’un da dediği gibi: “Yaşam noktaları birleştirmekten ibarettir. Üniversiteyi bıraktığımda aldığım kaligrafi dersi sayesinde Apple’ın harika tasarımlarını gerçekleştirdik.” Bill Gates’ in de Microsoft un inovatif ürünlerini geliştirirken en büyük desteği her yıl teknolojiden uzak, doğanın içinde geçirdiği iki haftalık kitap okuma maceralarından aldığını biliyoruz. Hem de bambaşka uzmanlık alanlarıyla ilgili kitaplar.
“İnsanca, Pek İnsanca” kitabında Friedrich Nietzsche, insanın gizemi sıradanlığa tercih ettiğini anlatır. “…Çünkü dehayı büyüleyici bir şey olarak gördüğümüzde, kendimiz onlarla kıyaslayıp bizde bir şeyin eksik olduğunu düşünmek zorunda kalmayız… Başkalarının ‘kutsal’ güçleri olduğunu düşününce rekabet etmeye gerek kalmaz.” Başka bir deyişle çok çalışmayı, merak etmeyi, doğal becerileri efsaneleştirerek paçayı kurtarırız. O zaman bu bahsi yine asi filozofumuz Nietzsche ile kapatalım: “Doğuştan gelen doğal yeteneklerden bahsetmeyin! Çok az yeteneğe sahip birçok başarılı insan sayabiliriz. Onlar söz konusu üstün yeteneği kazandılar ve (bizim deyimimizle) dâhilere dönüştüler…Hepsi de kusursuz bir bütün oluşturana kadar gereken her parçayı oluşturmayı bir bir öğrenen zanaatkarın ciddiyetine sahip. Onlar gerekli zamanı kendilerine tanıyorlar, küçük bir işi yapmaktan bile büyük bir zevk alıyorlar. Bu zevk onlara en az bütünü oluşturmak kadar büyüleyici geliyor…”
Leonardo Da Vinci bir dahi mi? Yoksa yaşam amacını keşfetmiş, odaklanabilen, gördüğü her şeyi malzemeye dönüştürebilen, kendinin ve başkalarının iç dünyasını titizlikle gözlemleyen, her yerde bir uygulama ve motivasyon kaynağı bulabilen, sahip olduklarını bitmek tükenmek bilmeyen bir merak ve tutkuyla inovasyona dönüştürebilen ‘sıradan!’ bir insan mıydı? hatırlamayı öğrenin.”

Osman Karakoç